Hata Yapmaktan Korkmamak: Elisabeth Ebert ile Bir Deneyim
- Aslıhan Ünlü Koşar
- 18 Kas
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 19 Ara

Cumartesi günü 33. Uluslararası Eğitimde Yaratıcı Drama Kongresi’ne davet edilen eğitmenlerden Elisabeth Ebert’in “Anı Yaşamak – Doğaçlama Tiyatro” atölyesine katıldım. 3 saatlik atölye boyunca bizi en çok hata yapmaktan korkmamakla ilgili yüreklendirdi.
Atölye sonunda Eli’nin atölye yürütücüsü olarak genel tavrının ve tutumlarının yöneticilerden beklediğimiz tavır ve tutumlarla ne kadar benzer olduğunu fark ettim. Ayrıca yaptırdığı etkinliklerle hata yapma cesaretini teşvik edişinin iş hayatında nasıl uygulanabileceğini düşündüm.
Bu yazımda bu ilişkiyi örnekleriyle paylaşıyorum.
Daha ilk etkinlikte çemberde fiziksel ısınma egzersizleri yaptırırken, “şimdi bacağınızı gerçekten hissediyor olmalısınız, her şey yolunda, biz zaten bunun olmasını bekliyoruz” ya da “bunu kendiniz için yapıyorsunuz, amacımız ne kadar iyi yapabildiğinizi gösterip başkasına hava atmak değil, o nedenle kendinizi zorlamayın” gibi ifadelerle bizleri rahatlattı.
İş hayatında da zorlayıcı görev verdiğimiz çalışanlara “bunu bile yapamayacaksan bu işi bırak diyen” yöneticiyle, “zorlanman doğal, yaptıkça daha iyiye gideceksin” diyen yöneticinin yarattığı etkiler bambaşka olmuyor mu? Ya da bireysel başarıyı öven yöneticiyle, takım başarısını teşvik eden yönetici arasındaki farkı düşünelim. İlki ayrıştırırken, diğeri nasıl da birleştiriyor.
Zorlu görev demişken… Elisabeth, atölyenin başında bizlere de zorlu bir görev verdi. Herkese iki adet A4 kâğıt ve kalem verip herkesin yanındakiyle eş olmasını istedi. Sonra, kâğıda hiç bakmadan eşinizin portresini çizin dedi. Sonra farklı bir eşle aynı uygulamayı yeninden yaptırdı. Bakmadan portre çizmek ne zormuş! İnsanın gözü sürekli kâğıda kayıyor. Başlangıçta biraz stresliydi, çünkü insan derli toplu, düzgün bir çizim yapmak istiyor. Fakat sonunda ortaya birbirinden eğlenceli portreler çıktı. Portreleri yerlere serdik. İsmimizin yazılı olduğu 2 portreyi yerden almamızı söyledi ve dedi ki: “İçlerinden birini seçin ve sırayla neden onu seçtiğinizi söyleyin. O portrede size olumlu gelen şeyleri söyleyin, olumsuz bir şey söylemeyin.”
Yıllar içerisinde iş hayatında da çoğu kişinin korku kültürü ve cezalandırılma kaygısıyla inisiyatif almadığını ve yeni şeyler denemeye cesaret edemediğini gözlemledim. Aşırı kontrolcü yöneticiler, her şey mükemmel olsun istediği için, kendi yoğurt yeme biçimi farklı ve ona göre en doğru olduğu için kaç çalışanın hevesini kursağında bırakmıştır kim bilir? Oysa, bu “basit” alıştırmada olduğu gibi çalışanına hevesli olduğu konularda alan açan yöneticiler sonrasında ne kadar “parlak” bir ekip oluşturabiliyor.
Başka bir etkinlikte bazı hareketler eşliğinde sayı sayma oyunu oynadık. Bu ve benzeri oyunlar yaratıcı drama atölyelerinde çok oynanır. Odaklanma konusunda çok iyi etkinliklerdir. Hata yapan elenir, bu nedenle herkes dikkat etmek zorundadır. Fakat bu kez biz şöyle oynadık: Hata yapan yaptığını fark eder etmez, çemberin ortasında “oley” diye bağırarak dönerken diğerleri de onu alkışladı. Tam manasıyla, hata yapmak hiç bu kadar eğlenceli olmamıştı. Bir süre oynadıktan sonra Elisabeth, hiç hata yapmayan var mı diye sordu. Kalan 3 kişiye de çemberin ortasında “oley” diyerek koşmalarını, çünkü hata yapmamanın da hata yapmak olduğunu söyledi.
Bu etkinlikler, sonrasında yapacağımız doğaçlama çalışmaları için bizi cidden rahatlattı ve aramızda güven tesis etti. Böylece, atölye süresince oldukça verimli ve keyifli bir deneyim yaşadık. Eğlenerek öğrendiğimiz, birlikte ürettiğimiz bir çalışma oldu.
İş yerlerinde de herkesin arkasını kolladığı, yargılanmaktan korktuğu ortamlarda yaratıcı ve üretken olmak mümkün olmuyor. Hata yapsan da yargılanmayacağını, hatta destekleneceğini bildiğinde cesaretle adım atabiliyor insan. Yenilikler ancak böyle topraklarda filizlenebiliyor.
Isınma etkinlikleri sonrasında yaptırdığı doğaçlama çalışmalarında Elisabeth ne zaman yönerge verse, “beklediğimiz bu, ama başka türlü de olsa sorun değil” gibi bizi rahatlatan ifadeler kullandı. Doğaçlama tiyatro için bu çalışmalarla ilişkilendirdiği üç kuralı bizimle paylaştı.
1) Kontrol etmeye çalışmaktan vazgeçmeliyim.
2) Doğaçlama tiyatroda yanlış bir şey yapma şansınız yok, yaptığınız şeyle yeni bir şey üretiyorsunuzdur.
3) Eşinizin sahnede parlamasına izin verin.
Hadi, siz de bu üç ilkenin iş hayatına nasıl uyarlanabileceğini bir düşünün!
Atölye sonunda hemen herkes “Eli’nin ilk gelişiymiş ama kesinlikle son olmaz, bundan sonraki kongrelere de davet edilir” diye kendi arasında konuşuyordu. Kesinlikle onlarla aynı fikirdeyim. Sonraki kongrelerde başka atölyelerine katılma fırsatı bulmayı yürekten isterim.
Çünkü ister yönetici olsun ister atölye yürütücüsü, ancak ekip içi güveni tesis ettiğinde, bir şeyleri denemek için sizi yüreklendirdiğinde, hata yapsanız da yanınızda olacağını hissettirdiğinde PARLAYABİLİRSİNİZ!




Her yazıyı büyük bir açlık ve heyecanla okuyorum... Bayıldım :)